15 Şubat 2014 Cumartesi
10 Şubat 2014 Pazartesi
İLK BLOG RÖPORTAJIM: MEME KANSERİ
Yaşanan hastalıklar, hayatımızdaki önemli dönüm noktalarıdır. Birşeyler mutlaka değişir. Bakış açımız, düşüncelerimiz, değerlerimiz, ve önem sıralarımız. Büyük hastalık yaşamış insanların gözlerini içine bakın, ne demek istediğimizi anlarsınız. Çok acı çeken insanlar anlatamaz, bir suskunlukları vardır. Gözlerine vurur duyguları. Dalgalanır gözleri, hani bir dili olsa neler anlatacak neler. Ben konuşmadan sen anla der gibi bakarlar. Anlayamayız ki..çekmeden, birebir yaşamadan anlaşılamayacaklardan biridir önemli bir hastalığa yakalanmak.
Meme Kanseri hastalığı yaşayan 2 yakınıma sorular hazırladım. Sorularımı özellikle yüzeysel tuttum. Eğer kendileri anlatmak istiyorlarsa anlatsınlar istedim. Mine Aydın, ablam. Sema Öztekin, eltim. 2 çalışan, üreten, hani denir ya çile çekmiş kadınlar. Hayatın torpil yapmadığı, hiçbir şeyin altın tepside sunulmadığı kadınlardan.
1- Bize kendini tanıtır mısın?
İki yıl altı ay oldu.
3- Meme kanseri teşhisini konulmadan önce, hiç benim başıma da gelebilir mi diye düşünmüş müydün. Eğer düşündüysen “hastalığa karşı tavrım, duruşum şöyle olur” demiş miydim ve dediğin gibi davranabildin mi?
Hastalığa yakalanmadan önce meme ultrasonu çeken doktorum, yaklaşık on yıl önce hastalığa yatkın memede kitlelerim oldugunu bana söylemişti. Gittiği yere kadar demiştim kendi kendime. Çocuklarım büyüsün, kendi ayaklarının üstünde durabilsinler ondan sonra hastalanıyım diye dualar ettiğimi hatırlıyorum. Benim başıma gelirse, elimden geleni yaparım demiştim. Başıma geldiğinde ise bir an önce tedavi başlasın, normal yaşama döneyim istedim.
4- Meme kanseri teşhisini ilk duyduğunda ne hissettin, ilk aklına ne geldi.?
5- İlk duyduklarında insanların tepkisi ne oldu, yakınlarına nasıl söyledin.?
6-
En
çok hangi aşamada koruktun?
Hiç bir aşamada zorlanmadım. Çevremdeki insanların bakışlarından ve beni anlamadıklarından rahatsız oldum.
8-
Hiç
pes etmeyi düşündün mü?
9-
Keşke
şunu yapmasaydım dediğin bir şey var mı?
Beni anlamadıkları için hırçınlıklarım
oldu. Bir de her şeyi kafama takardım, her işim anında olsun diye bedenimi çok
zorlardım. Şimdi bunları yapmıyorum.
10- Hayata bakışın, algılayış biçimin değişti mi?
10- Hayata bakışın, algılayış biçimin değişti mi?
11-
Yaşadıklarının
kitabını yazsan, kitabın adı ne olurdu ve nasıl başlardı bu kitap?
Hayat hiç bir şeye değmez. "Elli yıl önce ve sonrası yaşadıklarım" diye başlardım her halde.
1- Bize kendini tanıtır mısın?
Sema Öztekin ben. 51 yaşındayım. Resmen emekli oldum ama hala bişeylerin peşinde koşmaya devam ediyorum. Aslında “dur Sema yeter artık” diyorum ama maalesef bunu başaramıyorum. Çünkü kova burcuyum. Çünkü mesleki deformasyon yaşıyorum. Yönetmenlik olunca serde herşeyin kontrolüm altında olmasını istiyorum.
2- Meme kanseri teşhisi konulalı ne kadar oldu?
2001 yılında özel bir hastanein aile hekimi rutin kontrollerimi yaparken her iki memede de bir takım tehlikeli olmayan ancak takip edilmesi gereken fibrokistler bulmuştu. Ben de o yıldan bu yana her yıl olması gereken tetkiklerimi aksatmadan yaptırıyordum. Ama hiç de aklıma gelmiyordu o kistlerin bir gün benim başıma iş açacağı. Diğer yandan da içim rahattı eğer ki bir şeyler olursa nasıl olsa kontrol altındayım, gözden kaçırılmayacaktı. Ben sağlıklı yaşamaya çalışan bir kadınım. Spor yapar, dengeli beslenir, hiç bir şeyi atlamam, hızlı yaşarım uzun vadede planlar yaparım. Ama hiç aklıma gelmedği için tavrımın duruşumun ne olacağı konusunda hiç plan yapmadım. Genelde de öyle değil midir, öyle bir yaşıyoruz ki benim başıma gelmez tavrımız daha baskın.
4- Meme kanseri teşhisini ilk duyduğunda ne hissettin, ilk aklına ne geldi.?
Neler oluyor, şimdi ne olacak, nasıl
sonuçlanacak, dekoltelerim ne olacak, nasıl sevişeceğim, giysilerim üzerimde
nasıl duracak gibi sorularla başbaşa kalmıştım.. Yavaşladım, sakinledim yine
herşeyi kontrol altına aldım. Aklımdan ilk geçenler bunlardı. Takside kocamı
aradım orada biraz ağladım ama sonra boşver dedim devam ettik.
Yakınlara ilk etapta sakin olun edasıyla yaklaştık, çünkü doktorumun yeniden yeniden yaptığı tetkikler sonucunda ilk evrede olduğu ve lenflerde herhangi bir sıçramanın olmadığı ortaya çıkmıştı. Bu röportajı yapan sevgili Bahar Öztekinle Tunalı Hilmi caddesinde bir cafede oturduğumu hatırlıyorum. Tek korkumun ya midem bulanırda kusmaya başlarsam kemoterapilerde dedim. Ve sen ağlamaya başladın. Korkma dedin, yan etkileri giderici çok güzel ilaçlar var dedin. Ben çok rahatlamıştım.
Sadece
anneme söylemedik sol memenin alınacağını. Ameliyat sonrası gözlerimi açtığımda
annemi hatırlıyorum. kapıdan girişi, gözlerinin sol mememde takılıp
kalmasını..Sonrası annemde yalandı. O an biliyorum ki annem kendi sol
memesini çıkartıp bana takacak kadar cesur kararlı, bir o kadar da çaresizdi.
Gidene kadar kaçamak bakışlar, göz göze gelmemeye çalışsam da gözlerimiz
birbirimize değdiğinde doktorumdan aldığım terbiye ile "sakin ol, her şey
yolunda" edası fırlatmam yine de anneme yetmiyordu...
Sonra
annemin gözleri hep benden kaçtı. Kendini suçlu hissetti. Ben de ona hep iyi
olduğum günler gittim. Giyindim süslendim. Sonra o gelmek istedi yanımda
olmak istedi. Geldi ama bakamadı. benim her şeyime bakan, bakabilen annem bana
bakamadı. Her seferinde kendi memesini bana takası geldi...
7- En çok hangi aşamada zorlandın?
Ameliyat sonrası pansumanlar, genelde
bakmıyordum. Sonrasında ise ilk duş almam oldu. Giremedim. Bi dahakine inşallah
dedim. İkincisinde ve ondan sonra her duşa girişim faciaydı. Gayet neşeli ve
rahatken duşa girme düşüncesi kafamda oluşmaya başladığında ağlama krizleriyle
giriyor çıkana kadar höngürdüyordum.
8-
Hiç pes etmeyi düşündün mü?
Hayır. Hiç düşünmedim. Çünkü öncelikle emin
ellerdeydim. Ama Genel Cerrahım bu dönmede bana çok destek oldu. Hem psikloğum
hem de cerrahım olarak her daim yanımdaydı.
9-
Keşke şunu yapmasaydım dediğin bir
şey var mı?
Demedim. Çünkü ben diğer arkadaşlarıma
baktığımda çok da kötü yaşamıyordum. Başka ne yapabilirdim ki.
10-
Hayata bakışın, algılayış biçimin
değişti mi?
Değişiyor, hemde nasıl değişiyor. Artık
eskisi gibi çok da fazla takmıyorsun. Bazı şeyleri akışına bırakıyorsun. Bazı
zamanlar yoğunlaşıyorsun, patlamalar oluyor tabiki de sonuçta ciddi bir süreç
yaşıyorsun. Bittiğinde zirveye tırmanmış olmanın huzurunu yaşıyorsun. Sonrasın
üç aylık rutin kontroller başlıyor. Kontrol günü yaklaştığında her yerin
ağrımaya başlıyor ama tetkikler bitip te sonuçları alınca da yeniden başlıyorsun
hayata.
11- Yaşadıklarının kitabını yazsan, kitabın adı ne olurdu ve nasıl başlardı bu kitap?
Kitap olmasa bile bu süreci fotoğraf, film ve öykü kitabı olarak projelendirip, Anadoludaki kadınlara gitmek istiyorum. Kentteki kadın bir şekilde üstesinden geliyor öncesinde ve sonrasında. Ama Anadoludaki kadın daha kendini vücudunu tanımıyorken, daha meme demeye utanıyorken sen ona nasıl dersin memeni elinle kontrol et. Rutin kontrollerini ihmal etme.
7 Şubat 2014 Cuma
YÜREĞİME YÜREĞİNLE DOKUNDUN
GİRİŞ
Sevgiler, aşklar, terk etmeler, terk edilmeler, acı çekmeler, mutluluk duymalar, kıskançlıklar, heyecanlar, gurur duymalar, vicdan azapları, dostluklar, arkadaşlıklar, kavgalar, barışmalar, hırslar, kazanmalar, kaybetmeler, hayal kırıklıkları, hayattan beklentiler, yorgunluklar, aldatmalar, aldanmalar, kendini bomba gibi hissetmeler, kendini berbat hissetmeler, ağlamalar, kahkahalarla gülmeler, ha...yata yeniden başlamalar, bitirmeler, çelişkiler, yalnızlıklar, evlenmeler, çocuk sahibi olmalar, boşanmalar ve hepsinden önemlisi korkular…… En önemlisi korkular. Çünkü bu duyguların olumlularını yaşarken kaybetmekten, olumsuzlarını yaşamaktan korkar insan. Dolayısıyla korku bu duyguların hepsinin ya başında ya sonunda mutlaka vardır. Korkuyu hayatımızdan attığımız zaman, yaşam daha kolay olacak sanırım. Mutluluklarımızı doyasıya yaşamamızı, yaşamadığımız belki de hiç yaşamayacağımız mutsuzluklarımız için senaryolar yazmamamızı sağlayacak.
Hayat bunlardan oluşan bir karmaşa. Bizde bu karmaşanın içinde savruluyoruz. Aslında biz yerimizde duruyoruz. Durduğumuz yerden hiç kımıldamadan, farkına bile varmadan tüm bunlar bizi sarıyor, sarmalıyor. Yaşadığımız her duyguyu kocaman kalabalıklar içinde yaşadığımızı sanıyoruz. Yaşarken yanımızda daima birileri oluyor. Annemiz, babamız, kardeşlerimiz, karımız, kocamız, çocuklarımız, okul arkadaşlarımız, iş arkadaşlarımız, dostlarımız, akrabalarımız, sevgilimiz. Hatta hiç tanımadığımız fakat etrafımızda kalabalık yapan yolda karşılaştığımız yabancı insanlar; otobüs şoförü, dolmuş muavini, marketin kasiyeri, banka memuru, mağazadaki tezgahtar, trafik polisi, çay bahçesindeki komi, lokantadaki şef garson, meraklı yan kapı komşuları, hemşireler, doktorlar ve daha nice yabancılar..... Yaşarken duygularımızı paylaştığımızı sanıyoruz bu kocaman kalabalıklarla. Bizi anladıklarını düşünüyoruz. Yanımızda hissediyoruz, güçsüzsek paylaşımları sayesinde güçleniyoruz. Mutsuzsak paylaştıkça azalır diye paylaşıp azaldığını düşünüyoruz. Başarılarımızı, mutluluklarımızı paylaşıyoruz ki daha da artsın başarılarımız, mutluluklarımız. An bittiğinde, duygunun yaşanıp tüketilme anına gelince birde bakıyoruz ki aslında tek başına yaşamışız. Hiç kimse sizin kadar etkilenmemiş duygularınızdan. Bir başınıza yaşamışsınız ne yaşamışsanız. Yaşadığınız acı veya mutluluğun başında varmış sadece o kocaman kalabalıklar, geri kalanındaki küçük çelişkileriniz, anlık duygu geçişleriniz, mutluluktan acıya, acıdan mutluluğa batıp çıkmalarınız, acabalarınız, küçük gülümsemeleriniz, gülümsemeden hıçkırığa dönüşen yüz mimikleriniz size kalmış. Nihayetinde kocaman bir yalnızlık yaşamışsınız. Derin bir yalnızlık. Geriye size bir başınalığınız kalmış.
Hayat bunlardan oluşan bir karmaşa. Bizde bu karmaşanın içinde savruluyoruz. Aslında biz yerimizde duruyoruz. Durduğumuz yerden hiç kımıldamadan, farkına bile varmadan tüm bunlar bizi sarıyor, sarmalıyor. Yaşadığımız her duyguyu kocaman kalabalıklar içinde yaşadığımızı sanıyoruz. Yaşarken yanımızda daima birileri oluyor. Annemiz, babamız, kardeşlerimiz, karımız, kocamız, çocuklarımız, okul arkadaşlarımız, iş arkadaşlarımız, dostlarımız, akrabalarımız, sevgilimiz. Hatta hiç tanımadığımız fakat etrafımızda kalabalık yapan yolda karşılaştığımız yabancı insanlar; otobüs şoförü, dolmuş muavini, marketin kasiyeri, banka memuru, mağazadaki tezgahtar, trafik polisi, çay bahçesindeki komi, lokantadaki şef garson, meraklı yan kapı komşuları, hemşireler, doktorlar ve daha nice yabancılar..... Yaşarken duygularımızı paylaştığımızı sanıyoruz bu kocaman kalabalıklarla. Bizi anladıklarını düşünüyoruz. Yanımızda hissediyoruz, güçsüzsek paylaşımları sayesinde güçleniyoruz. Mutsuzsak paylaştıkça azalır diye paylaşıp azaldığını düşünüyoruz. Başarılarımızı, mutluluklarımızı paylaşıyoruz ki daha da artsın başarılarımız, mutluluklarımız. An bittiğinde, duygunun yaşanıp tüketilme anına gelince birde bakıyoruz ki aslında tek başına yaşamışız. Hiç kimse sizin kadar etkilenmemiş duygularınızdan. Bir başınıza yaşamışsınız ne yaşamışsanız. Yaşadığınız acı veya mutluluğun başında varmış sadece o kocaman kalabalıklar, geri kalanındaki küçük çelişkileriniz, anlık duygu geçişleriniz, mutluluktan acıya, acıdan mutluluğa batıp çıkmalarınız, acabalarınız, küçük gülümsemeleriniz, gülümsemeden hıçkırığa dönüşen yüz mimikleriniz size kalmış. Nihayetinde kocaman bir yalnızlık yaşamışsınız. Derin bir yalnızlık. Geriye size bir başınalığınız kalmış.
NazanFalcıoğlu
KUZİME :)))
Yıllar önce mail yolu ile gün içinde sohbet ederdik...artık bir bloğumuz var...ne mutlu bize....hüloğğğğğğğğğ :)))
Deneme Yayını :)
Gecenin bu saati oldu ve ben hala bloğumuzu nasıl kullanacağımızı çözmeye çalışıyorum :)
5 Şubat 2014 Çarşamba
Nazan derki:
Ben sondan başlamak istiyorum. 01.02.2014 cumartesi günü
Facebookta kuzenimin tavsiyesiyle katıldığım Kitap Ağacı grubunun
buluşmasına gittik. Katılımcı sayısı 42 idi ben sadece kuzenimi
ve kuzenimin iş arkadaşı Pınar'ı tanıyordum. Masada yan yana düştüğümüz
Pınar Ve Eral ile kısa zamanda samimi bir sohbetin dilini yakaladık.
Her ikisinin de blogları vardı ve ısrarla ikimizin birlikte blog açmamız
gerektiğini vurguladılar. İyi ki bunu yaptılar. Her ikisine de gönülden
teşekkür ediyoruz.
Blog kurma fikrinden sonra ismi ne olmalı diye düşünmeye başladık. Aklıma MIKNATIS KUZENLER ismi geldi. Kuzenime söyledim. Orada onayladığını ya da onaylamadığını söylemedi fakat ilk blog yazısı taslağından anladığım kadarıyla bu ismi onaylamış. Teşekkür ederim kuzenciğim. (Mıknatıs fikri ikimizin bir mıknatısın ayrı kutupları gibi olduğumuz halde kan bağı olmadan birbirimizi kan bağından çok çok öte sevdiğimiz ve benimsediğimizden gelmişti bu arada :)))
Tanışmamızın üzerinden 24 yıl ve 1,5 ay geçti. İlişkimiz bir çok aşamalardan geçti. Aynı işyerinde işe başladığımızda ben 24 kuzen 23 yaşındaydı. Birlikte büyüdük. Tesadüfler oldu hayatımızda. Ortak arkadaşlarımız olduğunu anladık. Tesadüf aynı yıl evlendik. Eşlerimizin ilk karşılaştıkları gün lisede sıra arkadaşları oldukları anlaşıldı. Tesadüfen ikimiz de aynı yıl evlendik. Aynı yıl anne olduk. Bir Beste'miz ve Bir Ege'miz oldu. Doğal olarak onlarda birlikte büyüdüler. Çok sıkı dost oldular. Ayrı okullarda okudular. İkisi de Anadolu lisesini bitirdi. İkisi de ODTÜ de bu sene üniversiteye başladı. Beste Makine Mühendisliği okuyacak Ege Matematik. Dileğimiz bayrağı onlara vermememiz ve ömür boyu dost kalmaları (JUNİOR KUZENLER :)
Bu güzel dostluğun bu kadar sıkı ve uzun sürmesinin (dilerim bir ömür boyu devam eder) nedenini ben kendimce ikimizin de birbirimize nazik, kibar ve saygılı davranmamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Hiçbir zaman birbirimizi kendimize benzetmeye çalışmadık. Olduğumuz gibi kabul edip öyle sevmeyi başardık. Birbirimizi zaman zaman konuşmadan bile anladık. Susarak da anlaştık. Birbirimizin yüreklerine dokunduk. Neredeyse çeyrek asır boyunca elbette büyük sıkıntılarımız, acılarımız oldu. Birlikte ve ayrı ayrı da olsa. Yaşananları anlayarak kavrayarak ve birbirimize kimi zaman susarak kimi zaman konuşarak destekleyerek atlattık. Ve çok keyifli anlarımız da oldu. Neredeyse altımıza kaçıracak kadar güldüğümüz anlar. Yaşam de bu değil mi zaten. İyi, kötü, güzel ve çirkinlerden oluşuyor. Kuzenimle daha yaşayacağımız çok anlarımız olacak. Güleceğiz ağlayacağız (dilerim ağlamalarımız artık hep mutluluktan olur) Hep kol kola dirsek dirseğe.
Çenem düştü ilk blog yazımı çok uzattım. Yıllar önce henüz sosyal ağlar yokken sadece e-postanın kullanıldığı dönemlerde, hergün birbirimize o günümüzü yazarak anlatırdık. Bundan sonra siz sevgili katılımcılarımızla beraber hayata dair her şeyi paylaşmayı düşünüyoruz. Dilerim güzel ve verimli olur. Hepimiz için.
Blog kurma fikrinden sonra ismi ne olmalı diye düşünmeye başladık. Aklıma MIKNATIS KUZENLER ismi geldi. Kuzenime söyledim. Orada onayladığını ya da onaylamadığını söylemedi fakat ilk blog yazısı taslağından anladığım kadarıyla bu ismi onaylamış. Teşekkür ederim kuzenciğim. (Mıknatıs fikri ikimizin bir mıknatısın ayrı kutupları gibi olduğumuz halde kan bağı olmadan birbirimizi kan bağından çok çok öte sevdiğimiz ve benimsediğimizden gelmişti bu arada :)))
Tanışmamızın üzerinden 24 yıl ve 1,5 ay geçti. İlişkimiz bir çok aşamalardan geçti. Aynı işyerinde işe başladığımızda ben 24 kuzen 23 yaşındaydı. Birlikte büyüdük. Tesadüfler oldu hayatımızda. Ortak arkadaşlarımız olduğunu anladık. Tesadüf aynı yıl evlendik. Eşlerimizin ilk karşılaştıkları gün lisede sıra arkadaşları oldukları anlaşıldı. Tesadüfen ikimiz de aynı yıl evlendik. Aynı yıl anne olduk. Bir Beste'miz ve Bir Ege'miz oldu. Doğal olarak onlarda birlikte büyüdüler. Çok sıkı dost oldular. Ayrı okullarda okudular. İkisi de Anadolu lisesini bitirdi. İkisi de ODTÜ de bu sene üniversiteye başladı. Beste Makine Mühendisliği okuyacak Ege Matematik. Dileğimiz bayrağı onlara vermememiz ve ömür boyu dost kalmaları (JUNİOR KUZENLER :)
Bu güzel dostluğun bu kadar sıkı ve uzun sürmesinin (dilerim bir ömür boyu devam eder) nedenini ben kendimce ikimizin de birbirimize nazik, kibar ve saygılı davranmamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Hiçbir zaman birbirimizi kendimize benzetmeye çalışmadık. Olduğumuz gibi kabul edip öyle sevmeyi başardık. Birbirimizi zaman zaman konuşmadan bile anladık. Susarak da anlaştık. Birbirimizin yüreklerine dokunduk. Neredeyse çeyrek asır boyunca elbette büyük sıkıntılarımız, acılarımız oldu. Birlikte ve ayrı ayrı da olsa. Yaşananları anlayarak kavrayarak ve birbirimize kimi zaman susarak kimi zaman konuşarak destekleyerek atlattık. Ve çok keyifli anlarımız da oldu. Neredeyse altımıza kaçıracak kadar güldüğümüz anlar. Yaşam de bu değil mi zaten. İyi, kötü, güzel ve çirkinlerden oluşuyor. Kuzenimle daha yaşayacağımız çok anlarımız olacak. Güleceğiz ağlayacağız (dilerim ağlamalarımız artık hep mutluluktan olur) Hep kol kola dirsek dirseğe.
Çenem düştü ilk blog yazımı çok uzattım. Yıllar önce henüz sosyal ağlar yokken sadece e-postanın kullanıldığı dönemlerde, hergün birbirimize o günümüzü yazarak anlatırdık. Bundan sonra siz sevgili katılımcılarımızla beraber hayata dair her şeyi paylaşmayı düşünüyoruz. Dilerim güzel ve verimli olur. Hepimiz için.
Bahar derki:
Aslında
KUZEN’liğimiz akrabalıksal değil tesadüfsel. Her şey aynı yerde işe girmemizle
başladı. Nazan kapıyı çaldı, açan ben oldum.Yıl 1990. Sonra eşlerimiz liseden
yakın arkadaş çıktı. Aynı sene çocuklarımız dünyaya geldi. Sonra da hayat bir
sürü unutulmaz anı verdi bize. Komik, hüzünlü…dolu dolu yaşanmışlıklar var. Çok
benzemeyiz aslında birbirimize, hatta hiç. Ten rengimiz, kişiliklerimiz çok
farklı. Blog ismimiz bu yüzden MIKNATIS KUZENLER. Blog açma fikri yıllardır
var, beynimizin arkasında bir yerde. Uygulamaya geçmek için Kitap Ağacı 4.
Buluşmada Burcu ve Eral’i tanımamız gerekiyormuş. Hadi hadi diyerek cesaret
verdiler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)