15 Mart 2014 Cumartesi

Sizlere dostluğun tarifini yapayım mı? Genel geçer bildiğimiz öğretiler gibi değildir dostluk. Dost aynada gördüğün sen gibidir, seni anlayandır, gece yarısı dahi kapısını çaldığınızda size kapısını açandır gibi bir kavram değildir. Dostluk, zevklerin ve düşüncelerin uyuşmasıdır. Dostluk kişisel çıkar karşısında kurulan bir ilişki değildir. Hiç beklenmedik bir anında kalbine doğan sıcacık bir duygudur dostluk. Sevinçtir, üzüntüdür, anlamaktır, hatırlanmaktır, sonsuza dek olan arkadaşlıktır. Dostluklarda zamanın önemi olmamalı, başın ne zaman sıkışırsa sıkışsın, koşabilmeli, kapısını çaldığında gözlerindeki o bakışı anlayabilmeli. İhtiyaç duyduğunda omuzlarına yaslanabilmeli, kardeş olabilmeyi yazmalı düşüncelerine insan. En gizli sırlarını bile verebilmeli, övüldüğünde değil, yuhalandığında durup koluna girebilmeli sana senden çok güvenen bir sırdaş olmalı da değildir. Bunlar çok yüzeysel. Yüzeysel olarak hemen herkes bunları yaşar.
Dost sen dahi kendine kızgınken, kendinden nefret ederken, yanında olmasa bile saçlarını okşadığını hissettiğin, saçlarının okşanmasını hissederken derinlemesine içine dalandır. Öyle bir dalış yapar ki içine önce, kalbin kırılmasın diye yüreğini avuçladığını hissettirir sana. Kırılmasın diye önce onu koruma altına alır. Sonra daha derinlere dalar karaciğerini, akciğerini, böbreklerini, bağırsaklarını, tüm hücrelerini tek tek okşadığını hissedersin. Seni senden dahi korumak ister. Sana dokunmadan ve sadece, bunlarda geçecek, sonuna kadar yanındayım, bizim birbirimize vermiş olduğumuz sözlerimiz var ve onları tutacağız demesiyle bunları sana hissettirir ve yaşatır. YÜREĞİNE YÜREĞİYLE DOKUNUR.
Sonra evlatlar vardır. Anneler sonsuz olarak canlarından kıymetli tutarlar çocuklarını (çok şaşkın olarak gördüğümüz nadir anneler dışında) Annelik içgüdüseldir. Uğrunda ölmeyi göze alacağınız yegane kişiler çocuklardır. Onları dünyaya karşı korumaya alırsınız. Göğsünüzü gere gere koca bir ordunun önüne bile atarsınız kendinizi çocuklar için. Ama maalesef koruyamazsınız bazı durumlarda devlet öldürür çocuklarınızı, ciğeriniz parçalanır. ‘Bana da bir kurşun sıkın evladımın yanına gönderin’ diye haykırır o anne. O anneyi içinde vicdan olan herkes anlar ama anneler başka anlar. Çünkü onların da ciğerleri parçalanıyordur.

Ve bazen ebeveynler çocuklarını tüm dünyadan korumaya çalışırken kendilerinden koruyamazlar. Çocuklarını allak bullak edecek hatalar yaparlar. Bu durumda çocuktan anlayış beklemek olmaz. Hele ki henüz ergenliğini yaşayan bir çocuksa. Onların her türlü tepkiyi verme şansları vardır. Sizden nefret edip bağırıp çağırabilirler. Evi terk edip bir daha sizi görmek istemeyebilirler. Ve ebeveynin söz hakkının bittiği andır. Can daha fazla yanar daha fazla acır. Ama o çocuk geçip karşına derse ki ‘Sen ne yaparsan yap, nerede olursan ol ben seni her durumda seveceğim. Ne yapabilirsiniz ki o zaman? Gel de ölebilirsen ÖL.

10 Şubat 2014 Pazartesi



İLK BLOG RÖPORTAJIM: MEME KANSERİ



Yaşanan hastalıklar, hayatımızdaki önemli dönüm noktalarıdır. Birşeyler mutlaka değişir. Bakış açımız, düşüncelerimiz, değerlerimiz, ve önem sıralarımız. Büyük hastalık yaşamış insanların gözlerini içine bakın, ne demek istediğimizi anlarsınız. Çok acı çeken insanlar anlatamaz, bir suskunlukları vardır. Gözlerine vurur duyguları. Dalgalanır gözleri, hani bir dili olsa neler anlatacak neler. Ben konuşmadan sen anla der gibi bakarlar. Anlayamayız ki..çekmeden, birebir yaşamadan anlaşılamayacaklardan biridir önemli bir hastalığa yakalanmak.

Meme Kanseri hastalığı yaşayan 2 yakınıma sorular hazırladım. Sorularımı özellikle yüzeysel tuttum. Eğer kendileri anlatmak istiyorlarsa anlatsınlar istedim. Mine Aydın, ablam. Sema Öztekin, eltim. 2 çalışan, üreten, hani denir ya çile çekmiş kadınlar. Hayatın torpil yapmadığı, hiçbir şeyin altın tepside sunulmadığı kadınlardan.





1-      Bize kendini tanıtır mısın?

 Adım Mine Aydın. 1961 doğumluyum. Anasınıfı öğretmeniyim. Evliyim ve iki oğlum var. Sevecen, cana yakın, çalışkan, düşünceli, daha çok çevresindeki insanları mutlu etmeyi seven, eleştirilmekten, yanlış anlaşılmaktan hoşlanmayan, özverili biriyim.

 
 
2-      Meme kanseri teşhisi konulalı ne kadar oldu?

İki yıl altı ay oldu.

3-      Meme kanseri teşhisini konulmadan önce, hiç benim başıma da gelebilir mi diye düşünmüş müydün. Eğer düşündüysen “hastalığa karşı tavrım, duruşum şöyle olur” demiş miydim ve dediğin gibi davranabildin mi?

Hastalığa yakalanmadan önce meme ultrasonu çeken doktorum, yaklaşık on yıl önce hastalığa yatkın memede kitlelerim oldugunu bana söylemişti. Gittiği yere kadar demiştim kendi kendime. Çocuklarım büyüsün, kendi ayaklarının üstünde durabilsinler ondan sonra hastalanıyım diye dualar ettiğimi hatırlıyorum. Benim başıma gelirse, elimden geleni yaparım demiştim. Başıma geldiğinde ise bir an önce tedavi başlasın, normal yaşama döneyim istedim.

4-      Meme kanseri teşhisini ilk duyduğunda ne hissettin, ilk aklına ne geldi.?


Tahlil kağıdını elime aldığımda sonucu kendim anladım. Niye ben, daha çok erken, yapmam gerekenler var, diye düşündüm.

 

5-      İlk duyduklarında insanların tepkisi ne oldu, yakınlarına nasıl söyledin.?

Doktor açıklama yaparken, eşim yanımdaydı. Şoka girdi. "Sana ihtiyacım var sensiz yapamayız" dedi. Öleceğimi düşünenler oldu, yalan söylediğimi düşünenler oldu.

6-      En çok hangi aşamada koruktun?

Hiç bir aşamada korkmadım. Doktorlarıma çok güveniyordum.

 
7-      En çok hangi aşamada zorlandın?

Hiç bir aşamada zorlanmadım. Çevremdeki insanların bakışlarından ve beni anlamadıklarından rahatsız oldum.

8-      Hiç pes etmeyi düşündün mü?

Hiç pes etmeyi düsünmedim. Çünkü çevremdeki insanların bana ihtiyacı vardı.

9-      Keşke şunu yapmasaydım dediğin bir şey var mı?

Beni anlamadıkları için hırçınlıklarım oldu. Bir de her şeyi kafama takardım, her işim anında olsun diye bedenimi çok zorlardım. Şimdi bunları yapmıyorum.

10-   Hayata bakışın, algılayış biçimin değişti mi?

Evet gittiği yere kadar. Hayatta varsa düzülmek, neye yarar üzülmek.

11-   Yaşadıklarının kitabını yazsan, kitabın adı ne olurdu ve nasıl başlardı bu kitap?

Hayat hiç bir şeye değmez. "Elli yıl önce ve sonrası yaşadıklarım" diye başlardım her halde.





1-      Bize kendini tanıtır mısın?

Sema Öztekin ben. 51 yaşındayım. Resmen emekli oldum ama hala bişeylerin peşinde koşmaya devam ediyorum. Aslında “dur Sema yeter artık” diyorum ama maalesef bunu başaramıyorum. Çünkü kova burcuyum. Çünkü mesleki deformasyon yaşıyorum. Yönetmenlik olunca serde herşeyin kontrolüm altında olmasını istiyorum.
 

2-      Meme kanseri teşhisi konulalı ne kadar oldu?
Emekli olduktan sonra sözleşmeli olarak proje bazında çalışmaya başlamış, proje sona ermiş ve ben kısa bir tatile çıkmıştım. Ohhh ne rahat havalarında tatil yapmaktayım. Ucu açık bir tatil olduğundan, yani işe başlama derdi olmadığından, e alışkanlık ta var, sıkılmaya başladım. Ankaraya dönüp hemen iş aradım. Bu arada babamın hastalanması ve onu kaybedişimiz yaz aylarının sonuna denk geldi.  Ağustos ayında görüştüğüm Denge Eğitim Dershanesiyle EYLÜL  ayında işe başlamak üzere el sıkıştık. İşe başlamadan sağlık kontrollerimi yaptırmam gerekir diye düşünerek Kadın Doğum doktorumdan randevu aldım. Randevu tarihim maalesef işe başladığım güne denk geldi. Önce ertelemeyi düşündüm. İş ahlakına uymaz dedim, işe başladığım ilk gün benim doktora gitmem gerek demek hoşuma gitmedi. Ve ben ertelemedim. İyi de yapmışım. Kadın Doğum doktorum aynı zamanda meme ultrasonu ve mamografi de istedi. Ultrasonda görülen değişik, ilginç bir cisim radyoloğu rahatsız etti. Genel cerrahınızın görmesi gerekir dedi. 10 yıldır benim kistlerimi takip eden genel cerrahıma koştum. Yapılan tetkiklerde evet sonuç negatifti, o kitlenin alınması gerekiyordu. Biyopsi sonucunda da belki memeyi de alabileceklerdi.  2012 EYLÜL AYI BENİM MİLADIM OLDU….
 3-      Meme kanseri teşhisini konulmadan önce, hiç benim başıma da gelebilir mi diye düşünmüş müydün. Eğer düşündüysen “hastalığa karşı tavrım, duruşum şöyle olur” demiş miydim ve dediğin gibi davranabildin mi?

2001 yılında özel bir hastanein aile hekimi rutin kontrollerimi yaparken her iki memede de bir takım tehlikeli olmayan ancak takip edilmesi gereken fibrokistler bulmuştu. Ben de o yıldan bu yana her yıl olması gereken tetkiklerimi aksatmadan yaptırıyordum. Ama hiç de aklıma gelmiyordu o kistlerin bir gün benim başıma iş açacağı. Diğer yandan da içim rahattı eğer ki bir şeyler olursa nasıl olsa kontrol altındayım, gözden kaçırılmayacaktı.  Ben sağlıklı yaşamaya çalışan bir kadınım. Spor yapar, dengeli beslenir, hiç bir şeyi atlamam, hızlı yaşarım uzun vadede planlar yaparım. Ama hiç aklıma gelmedği için tavrımın duruşumun ne olacağı konusunda hiç plan yapmadım. Genelde de öyle değil midir, öyle bir yaşıyoruz ki benim başıma gelmez tavrımız daha baskın.
4-      Meme kanseri teşhisini ilk duyduğunda ne hissettin, ilk aklına ne geldi.?
Genel cerrahın odasından çıktığımda doktor sol memenin alınması gerektiği konusunda çok emin konuşmuştu. Yok artık dedim Bir dakika dedim odasından çıktım, taksiye atladım doğru işe gittim. Çünkü toplantım vardı ve insanlar gelmiş beni bekliyordu.
Neler oluyor, şimdi ne olacak, nasıl sonuçlanacak, dekoltelerim ne olacak, nasıl sevişeceğim, giysilerim üzerimde nasıl duracak gibi sorularla başbaşa kalmıştım.. Yavaşladım, sakinledim yine herşeyi kontrol altına aldım. Aklımdan ilk geçenler bunlardı. Takside kocamı aradım orada biraz ağladım ama sonra boşver dedim devam ettik.
5-      İlk duyduklarında insanların tepkisi ne oldu, yakınlarına nasıl söyledin.?

Yakınlara ilk etapta sakin olun edasıyla yaklaştık, çünkü doktorumun yeniden yeniden yaptığı tetkikler sonucunda ilk evrede olduğu ve lenflerde herhangi bir sıçramanın olmadığı ortaya çıkmıştı. Bu röportajı yapan sevgili Bahar Öztekinle Tunalı Hilmi caddesinde bir cafede oturduğumu hatırlıyorum. Tek korkumun ya midem bulanırda kusmaya başlarsam kemoterapilerde dedim. Ve sen ağlamaya başladın. Korkma dedin, yan etkileri giderici çok güzel ilaçlar var dedin. Ben çok rahatlamıştım.

Sadece anneme söylemedik sol memenin alınacağını. Ameliyat sonrası gözlerimi açtığımda annemi hatırlıyorum. kapıdan girişi, gözlerinin sol mememde takılıp kalmasını..Sonrası annemde yalandı. O an biliyorum ki annem kendi sol memesini çıkartıp bana takacak kadar cesur kararlı, bir o kadar da çaresizdi. Gidene kadar kaçamak bakışlar, göz göze gelmemeye çalışsam da gözlerimiz birbirimize değdiğinde doktorumdan aldığım terbiye ile "sakin ol, her şey yolunda" edası fırlatmam yine de anneme yetmiyordu...

Sonra annemin gözleri hep benden kaçtı. Kendini suçlu hissetti. Ben de ona hep iyi olduğum günler gittim. Giyindim süslendim. Sonra o gelmek istedi yanımda olmak istedi. Geldi ama bakamadı. benim her şeyime bakan, bakabilen annem bana bakamadı. Her seferinde kendi memesini bana takası geldi...
 6-      En çok hangi aşamada koruktun?
Aslında hiç paniklemedim. Etrafımda o kadar çok vaka vardı ki. Şimdi de sıra bana gelmişti. Önemli olan erken farkedilmesiydi. Diğer önemli bir factorde tümörün agresif olmamasıydı. Meme koruyucu ameliyat yapabilmek için o kadar çok araştırma yapılmıştı ki sonunda karar verildi, sol memeyi alacaktık. Olsun alalım dedik, ferahlatıcı, rahatlatıcı sonuçlarım da vardı sonuçta. O zaman ameliyat öncesi tetkiklere gelmişti sıra. Kemik sintigrafisi, karaciğer ultrasonu ve akciğer filmi. Ne gerek var ki dedim doktoruma. Bu tür durumlarda kanserin ilk ziyaret edeceği organlar bunlarmış. İşte o zaman yıkıldım. Hastanenin bahçesinde banklara oturduk kocam ve ben şaka maka benim kanser olduğumun farkına vardık. Ya diğer organlarımda birşeyler varsa…
7-      En çok hangi aşamada zorlandın?

Ameliyat sonrası pansumanlar, genelde bakmıyordum. Sonrasında ise ilk duş almam oldu. Giremedim. Bi dahakine inşallah dedim. İkincisinde ve ondan sonra her duşa girişim faciaydı. Gayet neşeli ve rahatken duşa girme düşüncesi kafamda oluşmaya başladığında ağlama krizleriyle giriyor çıkana kadar höngürdüyordum.

8-      Hiç pes etmeyi düşündün mü?

Hayır. Hiç düşünmedim. Çünkü öncelikle emin ellerdeydim. Ama Genel Cerrahım bu dönmede bana çok destek oldu. Hem psikloğum hem de cerrahım olarak her daim yanımdaydı.

9-      Keşke şunu yapmasaydım dediğin bir şey var mı?

Demedim. Çünkü ben diğer arkadaşlarıma baktığımda çok da kötü yaşamıyordum. Başka ne yapabilirdim ki.

10-   Hayata bakışın, algılayış biçimin değişti mi?

Değişiyor, hemde nasıl değişiyor. Artık eskisi gibi çok da fazla takmıyorsun. Bazı şeyleri akışına bırakıyorsun. Bazı zamanlar yoğunlaşıyorsun, patlamalar oluyor tabiki de sonuçta ciddi bir süreç yaşıyorsun. Bittiğinde zirveye tırmanmış olmanın huzurunu yaşıyorsun. Sonrasın üç aylık rutin kontroller başlıyor. Kontrol günü yaklaştığında her yerin ağrımaya başlıyor ama tetkikler bitip te sonuçları alınca da yeniden başlıyorsun hayata.

11-   Yaşadıklarının kitabını yazsan, kitabın adı ne olurdu ve nasıl başlardı bu kitap?

Kitap olmasa bile bu süreci fotoğraf, film ve öykü kitabı olarak projelendirip, Anadoludaki kadınlara gitmek istiyorum. Kentteki kadın bir şekilde üstesinden geliyor öncesinde ve sonrasında. Ama Anadoludaki kadın daha kendini vücudunu tanımıyorken, daha meme demeye utanıyorken sen ona nasıl dersin memeni elinle kontrol et. Rutin kontrollerini ihmal etme.
 

 

 


7 Şubat 2014 Cuma

 

YÜREĞİME YÜREĞİNLE DOKUNDUN

GİRİŞ

 
Sevgiler, aşklar, terk etmeler, terk edilmeler, acı çekmeler, mutluluk duymalar, kıskançlıklar, heyecanlar, gurur duymalar, vicdan azapları, dostluklar, arkadaşlıklar, kavgalar, barışmalar, hırslar, kazanmalar, kaybetmeler, hayal kırıklıkları, hayattan beklentiler, yorgunluklar, aldatmalar, aldanmalar, kendini bomba gibi hissetmeler, kendini berbat hissetmeler, ağlamalar, kahkahalarla gülmeler, ha...yata yeniden başlamalar, bitirmeler, çelişkiler, yalnızlıklar, evlenmeler, çocuk sahibi olmalar, boşanmalar ve hepsinden önemlisi korkular…… En önemlisi korkular. Çünkü bu duyguların olumlularını yaşarken kaybetmekten, olumsuzlarını yaşamaktan korkar insan. Dolayısıyla korku bu duyguların hepsinin ya başında ya sonunda mutlaka vardır. Korkuyu hayatımızdan attığımız zaman, yaşam daha kolay olacak sanırım. Mutluluklarımızı doyasıya yaşamamızı, yaşamadığımız belki de hiç yaşamayacağımız mutsuzluklarımız için senaryolar yazmamamızı sağlayacak.
Hayat bunlardan oluşan bir karmaşa. Bizde bu karmaşanın içinde savruluyoruz. Aslında biz yerimizde duruyoruz. Durduğumuz yerden hiç kımıldamadan, farkına bile varmadan tüm bunlar bizi sarıyor, sarmalıyor. Yaşadığımız her duyguyu kocaman kalabalıklar içinde yaşadığımızı sanıyoruz. Yaşarken yanımızda daima birileri oluyor. Annemiz, babamız, kardeşlerimiz, karımız, kocamız, çocuklarımız, okul arkadaşlarımız, iş arkadaşlarımız, dostlarımız, akrabalarımız, sevgilimiz. Hatta hiç tanımadığımız fakat etrafımızda kalabalık yapan yolda karşılaştığımız yabancı insanlar; otobüs şoförü, dolmuş muavini, marketin kasiyeri, banka memuru, mağazadaki tezgahtar, trafik polisi, çay bahçesindeki komi, lokantadaki şef garson, meraklı yan kapı komşuları, hemşireler, doktorlar ve daha nice yabancılar..... Yaşarken duygularımızı paylaştığımızı sanıyoruz bu kocaman kalabalıklarla. Bizi anladıklarını düşünüyoruz. Yanımızda hissediyoruz, güçsüzsek paylaşımları sayesinde güçleniyoruz. Mutsuzsak paylaştıkça azalır diye paylaşıp azaldığını düşünüyoruz. Başarılarımızı, mutluluklarımızı paylaşıyoruz ki daha da artsın başarılarımız, mutluluklarımız. An bittiğinde, duygunun yaşanıp tüketilme anına gelince birde bakıyoruz ki aslında tek başına yaşamışız. Hiç kimse sizin kadar etkilenmemiş duygularınızdan. Bir başınıza yaşamışsınız ne yaşamışsanız. Yaşadığınız acı veya mutluluğun başında varmış sadece o kocaman kalabalıklar, geri kalanındaki küçük çelişkileriniz, anlık duygu geçişleriniz, mutluluktan acıya, acıdan mutluluğa batıp çıkmalarınız, acabalarınız, küçük gülümsemeleriniz, gülümsemeden hıçkırığa dönüşen yüz mimikleriniz size kalmış. Nihayetinde kocaman bir yalnızlık yaşamışsınız. Derin bir yalnızlık. Geriye size bir başınalığınız kalmış.


NazanFalcıoğlu

KUZİME :)))

Yıllar önce mail yolu ile gün içinde sohbet ederdik...artık bir bloğumuz var...ne mutlu bize....hüloğğğğğğğğğ :)))

Deneme Yayını :)

Gecenin bu saati oldu ve ben hala bloğumuzu nasıl kullanacağımızı çözmeye çalışıyorum :)

5 Şubat 2014 Çarşamba



Nazan derki:
Ben sondan başlamak istiyorum. 01.02.2014 cumartesi günü Facebookta kuzenimin tavsiyesiyle katıldığım Kitap Ağacı grubunun buluşmasına gittik. Katılımcı sayısı 42 idi ben sadece kuzenimi ve kuzenimin iş arkadaşı Pınar'ı tanıyordum. Masada yan yana düştüğümüz Pınar Ve Eral ile kısa zamanda samimi bir sohbetin dilini yakaladık. Her ikisinin de blogları vardı ve ısrarla ikimizin birlikte blog açmamız gerektiğini vurguladılar. İyi ki bunu yaptılar. Her ikisine de gönülden teşekkür ediyoruz.
Blog kurma fikrinden sonra ismi ne olmalı diye düşünmeye başladık. Aklıma MIKNATIS KUZENLER ismi geldi. Kuzenime söyledim. Orada onayladığını ya da onaylamadığını söylemedi fakat ilk blog yazısı taslağından anladığım kadarıyla bu ismi onaylamış. Teşekkür ederim kuzenciğim. (Mıknatıs fikri ikimizin bir mıknatısın ayrı kutupları gibi olduğumuz halde kan bağı olmadan birbirimizi kan bağından çok çok öte sevdiğimiz ve benimsediğimizden gelmişti bu arada :)))
Tanışmamızın üzerinden 24 yıl ve 1,5 ay geçti. İlişkimiz bir çok aşamalardan geçti. Aynı işyerinde işe başladığımızda ben 24 kuzen 23 yaşındaydı. Birlikte büyüdük. Tesadüfler oldu hayatımızda. Ortak arkadaşlarımız olduğunu anladık. Tesadüf aynı yıl evlendik. Eşlerimizin ilk karşılaştıkları gün lisede sıra arkadaşları oldukları anlaşıldı. Tesadüfen ikimiz de aynı yıl evlendik. Aynı yıl anne olduk. Bir Beste'miz ve Bir Ege'miz oldu. Doğal olarak onlarda birlikte büyüdüler. Çok sıkı dost oldular. Ayrı okullarda okudular. İkisi de Anadolu lisesini bitirdi. İkisi de ODTÜ de bu sene üniversiteye başladı. Beste Makine Mühendisliği okuyacak Ege Matematik. Dileğimiz bayrağı onlara vermememiz ve ömür boyu dost kalmaları (JUNİOR KUZENLER :)
Bu güzel dostluğun bu kadar sıkı ve uzun sürmesinin (dilerim bir ömür boyu devam eder) nedenini ben kendimce ikimizin de birbirimize nazik, kibar ve saygılı davranmamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Hiçbir zaman birbirimizi kendimize benzetmeye çalışmadık. Olduğumuz gibi kabul edip öyle sevmeyi başardık. Birbirimizi zaman zaman konuşmadan bile anladık. Susarak da anlaştık. Birbirimizin yüreklerine dokunduk. Neredeyse çeyrek asır boyunca elbette büyük sıkıntılarımız, acılarımız oldu. Birlikte ve ayrı ayrı da olsa. Yaşananları anlayarak kavrayarak ve birbirimize kimi zaman susarak kimi zaman konuşarak destekleyerek atlattık. Ve çok keyifli anlarımız da oldu. Neredeyse altımıza kaçıracak kadar güldüğümüz anlar. Yaşam de bu değil mi zaten. İyi, kötü, güzel ve çirkinlerden oluşuyor. Kuzenimle daha yaşayacağımız çok anlarımız olacak. Güleceğiz ağlayacağız (dilerim ağlamalarımız artık hep mutluluktan olur) Hep kol kola dirsek dirseğe.
Çenem düştü ilk blog yazımı çok uzattım. Yıllar önce henüz sosyal ağlar yokken sadece e-postanın kullanıldığı dönemlerde, hergün birbirimize o günümüzü yazarak anlatırdık. Bundan sonra siz sevgili katılımcılarımızla beraber hayata dair her şeyi paylaşmayı düşünüyoruz. Dilerim güzel ve verimli olur. Hepimiz için.


Bahar derki:
Aslında KUZEN’liğimiz akrabalıksal değil tesadüfsel. Her şey aynı yerde işe girmemizle başladı. Nazan kapıyı çaldı, açan ben oldum.Yıl 1990. Sonra eşlerimiz liseden yakın arkadaş çıktı. Aynı sene çocuklarımız dünyaya geldi. Sonra da hayat bir sürü unutulmaz anı verdi bize. Komik, hüzünlü…dolu dolu yaşanmışlıklar var. Çok benzemeyiz aslında birbirimize, hatta hiç. Ten rengimiz, kişiliklerimiz çok farklı. Blog ismimiz bu yüzden MIKNATIS KUZENLER. Blog açma fikri yıllardır var, beynimizin arkasında bir yerde. Uygulamaya geçmek için Kitap Ağacı 4. Buluşmada Burcu ve Eral’i tanımamız gerekiyormuş. Hadi hadi diyerek cesaret verdiler.